bugün
- icardi190521
- yazarların ruh hali8
- bik bik bu sözlüğün divasıdır8
- düz dünyacıların güneş tutulmasına bakışı12
- köpekler arasından seri katil çıkmaması9
- bik bik'i ağdacıya götürmek11
- aykolik'in boyu yaşı kilosu mesleği8
- en yaşlı özelliğiniz10
- iğrenç bir his tarif et29
- bik bik'in yaşı boyu kilosu9
- insana kendini kötü hissettiren şeyler22
- vücutçu aptal erkek vs gösterişsiz felsefi erkek9
- sel felaketinin nedeni cehapedir13
- karınıza kaşarlı poğaça yapar mısınız13
- fake hesabım için nick önerileri8
- türkiye de 120000 atatürk heykeli olması17
- atatürk'ün hiç seçime girmeden ülkeyi yönetmesi10
- mustafa sandal'ın 1 mayıs paylaşımı14
- diyanet işleri başkanına audi 6 tahsis edilmesi13
- ben bu davanın savcısıyım9
- suriyeliler suriye'ye dönsün14
- sözlüğün en götü güzel kızı21
- düşün ki o bunu okuyor13
- 1 mayıs8
- uludağ sözlüğe nasıl düştünüz31
- ahirette sorulacak ilk soru9
- memesi küçük olmak16
- köpekleri aklamak için sırtlana iftira atmak10
- oksijensizsu14
- güne bir şarkı bırak14
- anın görüntüsü13
- emmanuel emenike15
- 1 mayıs 2024 borussia dortmund psg maçı9
- uludağ sözlüğün bitmiş olması23
- sözlük kızlarını kategorize eden utanmazlar18
- kocamsunun hazırladığı sürpriz15
- tilki ailesi9
- japonyada düşen insana yardım edenler12
- vahdettin'e hain diyenleri susturacak tarihi belge42
- club'a gidiyor musun diyen erkek9
- hamas bir terör örgütüdür10
- sözlük erkeğinden damat olmaz30
- temizlik hastası eşle sevişme öncesi diyaloglar14
- 30 nisan 2024 bayern münih real madrid maçı24
- sırtınızı bir sözlük kızına dayar mısınız8
- fatih terim'in yuhalanması16
- sürekli milletin entrylerini eleştiren tip11
- crop giyen erkek11
- nazar değdi sözlük12
- bir sözlük yazarını kaşır mısınız8
entry'ler (553)
yeraltı dünyasına adım adım yaklaşmak.
dalgakıran
deniz hırçındı, dalgalar ise; asi...
ansızın yakaladılar küçük kayığı...
sinsice yaklaştılarve bir anda saldırdılar...
acımasızdılar.
ne istiyor olabilirlerdi ki küçük kayıktan?
oysa;küçük kayık için ne güzel bir sabahtı...
günün ışıklarla dansı henüz başlamışken, onunda denizle dansı başlamıştı.
saatlerce, hiç durmadan dans ettiler.
ama ne olduysa, bir anda hırçınlaştı deniz,
belki de rüzgarlı havanın, yağmurun etkisiyle...
asi dalgalart hırpalamaya başladı...
şimdi küçük kayığın aklında tek şey vardı.
o da bir an önce dalgakırana sığınabilmek.
bir ulaşabilseydi,ah bir başarsaydı, dalgakıranı korurdu onu.
kimse bir şey yapamazdı küçük kayığa orda.
ne deniz, ne dalgalar...
bunları düşünürken biraz daha hızlandı ve ufukta kayboldu...
siz en son ne zaman
bir dalgakırana sığınmak istediniz?
siz, en son ne zaman
bir dalgakırana ulaşmak umuduyla çırpındınız hırçın denizde?
siz en son ne zaman
bir dost elinin size uzanmasını istediniz ya da
elinizi uzattınız bir dostunuza?
dostlarımız...
fırtınadaki dalgakıranlarımız...
hırçın denizden, asi dalgalardan kaçarken gözümüz
hep uzaktaki dalgakıranı aramaz mı?
koşulsuzca, sorgusuzca, sınırsızca sığınabileceğimiz,
bizi koruyacak biri mutlaka vardır, dalgakıran misali...
ulaşabilmişsek oraya, bir de atabilmişsek halatlarımızı limana,
korkmayız artık fırtınalardan...
dışarıdaki korkunç fırtınanın gölgesi bile giremez içeri...
herkesin bir dalgakıranı olmalı fırtınalı günlerde sığınabileceği ve
herkes bir dalgakıran olmalı koşulsuzca, sorgusuzca, sınırsızca...
dostlukların ve sevginin bile yozlaştırılmaya çalışıldığı günümüzde,
ne mutlu bir dalgakıranı olanlara,
ne mutlu bir dalgakıran olmayı başarabilenlere
yazarını bilmiyorum.
deniz hırçındı, dalgalar ise; asi...
ansızın yakaladılar küçük kayığı...
sinsice yaklaştılarve bir anda saldırdılar...
acımasızdılar.
ne istiyor olabilirlerdi ki küçük kayıktan?
oysa;küçük kayık için ne güzel bir sabahtı...
günün ışıklarla dansı henüz başlamışken, onunda denizle dansı başlamıştı.
saatlerce, hiç durmadan dans ettiler.
ama ne olduysa, bir anda hırçınlaştı deniz,
belki de rüzgarlı havanın, yağmurun etkisiyle...
asi dalgalart hırpalamaya başladı...
şimdi küçük kayığın aklında tek şey vardı.
o da bir an önce dalgakırana sığınabilmek.
bir ulaşabilseydi,ah bir başarsaydı, dalgakıranı korurdu onu.
kimse bir şey yapamazdı küçük kayığa orda.
ne deniz, ne dalgalar...
bunları düşünürken biraz daha hızlandı ve ufukta kayboldu...
siz en son ne zaman
bir dalgakırana sığınmak istediniz?
siz, en son ne zaman
bir dalgakırana ulaşmak umuduyla çırpındınız hırçın denizde?
siz en son ne zaman
bir dost elinin size uzanmasını istediniz ya da
elinizi uzattınız bir dostunuza?
dostlarımız...
fırtınadaki dalgakıranlarımız...
hırçın denizden, asi dalgalardan kaçarken gözümüz
hep uzaktaki dalgakıranı aramaz mı?
koşulsuzca, sorgusuzca, sınırsızca sığınabileceğimiz,
bizi koruyacak biri mutlaka vardır, dalgakıran misali...
ulaşabilmişsek oraya, bir de atabilmişsek halatlarımızı limana,
korkmayız artık fırtınalardan...
dışarıdaki korkunç fırtınanın gölgesi bile giremez içeri...
herkesin bir dalgakıranı olmalı fırtınalı günlerde sığınabileceği ve
herkes bir dalgakıran olmalı koşulsuzca, sorgusuzca, sınırsızca...
dostlukların ve sevginin bile yozlaştırılmaya çalışıldığı günümüzde,
ne mutlu bir dalgakıranı olanlara,
ne mutlu bir dalgakıran olmayı başarabilenlere
yazarını bilmiyorum.
kıskançlık.
nur bulum'un şiiri
düş
seni yarınlarda bulacağım
emanet durmayan ışıltısında gözlerinin
tanık rüzgarların jarmanladığı saçlarında
öylesine yalın
hüzün böceklerinden uzak
seni çimlerden toplayacağım
toprakta yeni biten yanıtlar
patlarken dudaklarından
seni türkülerde duyacağım
inanmış çığlığında özgürlüğün
kanayan ezgileri,
dağlayan sesinle
durulmamış bir kavganın
izlerini barındıran çizgilerinde
seni
mısraya durmadık
şiirlerde bulacağım
yaşayıp,
söylenmemiş.
nur bulum 1994.
düş
seni yarınlarda bulacağım
emanet durmayan ışıltısında gözlerinin
tanık rüzgarların jarmanladığı saçlarında
öylesine yalın
hüzün böceklerinden uzak
seni çimlerden toplayacağım
toprakta yeni biten yanıtlar
patlarken dudaklarından
seni türkülerde duyacağım
inanmış çığlığında özgürlüğün
kanayan ezgileri,
dağlayan sesinle
durulmamış bir kavganın
izlerini barındıran çizgilerinde
seni
mısraya durmadık
şiirlerde bulacağım
yaşayıp,
söylenmemiş.
nur bulum 1994.
bir can dündar yazısı.
bahar,yalvarırım çek git işine!..
salam üstüme çiçeklerini, aklımı çelme!..
her sabah çimenlerin çiğden ürpererek uyanıyor bahçemde;sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.
ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...
kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...
kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü böcek...
yapma bunu bana bahar,
böyle üstüme gelme!...
zaten damarlarımda zor zaptediyorum kanımı...
çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime...
kalbimin buzları erimiş.
göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir...
bir de sen çıldırtma beni...
krizdeyim ben...tembelliğin sırası değil,uyamam sana...
al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol.
meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni...
bulutların üşüşmesin başıma...
girme kanıma benim...
yoldan çıkarma!...
sen ki en cilvelisisin mevsimlerin,
afrodizyakların en etkilisi,
sevdanın suç ortağısın.
kıyma bana!...
biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; gövdemi azdırıp sonra birden çekip gideceksin.
tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni bir kuraklığın ortasında terkedeceksin...
o iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman...
ne o delişmen sabahlar kalacak ne günaha çağıran çapkın eteklerin uçuştuğu günbatımları...
tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan...
buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgaarlarında...
yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz...
hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden...yüreğim viraneye...
her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da...
ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.
iyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar...
iş açma başıma...
git işine!
yoldan çıkarma beni!...
can dündar.
bahar,yalvarırım çek git işine!..
salam üstüme çiçeklerini, aklımı çelme!..
her sabah çimenlerin çiğden ürpererek uyanıyor bahçemde;sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.
ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...
kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...
kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü böcek...
yapma bunu bana bahar,
böyle üstüme gelme!...
zaten damarlarımda zor zaptediyorum kanımı...
çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime...
kalbimin buzları erimiş.
göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir...
bir de sen çıldırtma beni...
krizdeyim ben...tembelliğin sırası değil,uyamam sana...
al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol.
meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni...
bulutların üşüşmesin başıma...
girme kanıma benim...
yoldan çıkarma!...
sen ki en cilvelisisin mevsimlerin,
afrodizyakların en etkilisi,
sevdanın suç ortağısın.
kıyma bana!...
biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; gövdemi azdırıp sonra birden çekip gideceksin.
tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni bir kuraklığın ortasında terkedeceksin...
o iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman...
ne o delişmen sabahlar kalacak ne günaha çağıran çapkın eteklerin uçuştuğu günbatımları...
tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan...
buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgaarlarında...
yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz...
hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden...yüreğim viraneye...
her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da...
ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.
iyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar...
iş açma başıma...
git işine!
yoldan çıkarma beni!...
can dündar.
vedat türkali'nin kitapları.
yanağında gülün al rengidir solmayan
ve sevgili
kuşun ufka kanat vuruşudur
süzülürken özgürlüğün renginde
umutlarımızı taşıyan.
fadıl öztürk.
ve sevgili
kuşun ufka kanat vuruşudur
süzülürken özgürlüğün renginde
umutlarımızı taşıyan.
fadıl öztürk.
sizin hemşire ve anne rolünü üstlenmenize neden olacak durum.
gidesi gelmek.
tayfun talipoğlu'nun şiiridir.
SENi SEViYORUM
Herkes "ilk kendi yaşıyor"
sanmasa,
sevdalar da tükenirdi
masalları da...
sonsuza kadar
sürdüğü bilinsin diye mi nedir,
bittiği anlar ve ihanetler
yazılmıyor kitaplara.
Zümrüt-ü Anka kuşu da yalan aslında,
kendini külünden yarattığı da...
Ferhat'ın Şirin,
Aslı'nın Kerem için öldüğünü
kim gördü Allah aşkına?
"sonsuza kadar sürsün" diyorsan
"bu sevda",
o zaman sevgili
o zaman vuslat yaşanmaya!
Sana yazacak bir sen bırak bana!
öfkelerin orada kalsın!
kaçamaklar hanesinde değil ismin
anlasana!
ömrümün tam ortasına
kocaman harflerle yazmışım
SENi SEViYORUM...
SENi SEViYORUM...
"Herkese söylediğini
bana söyleme " diyorsun...
ama ne varsa sevdaya dair
bizden önce söylenmiş biliyorsun
bize düşen, aşkı yalansız yaşamak...
hadi uzatmada uzat ellerini,
seni seviyorum...
seni seviyorum...
seni seviyorum...
TAYFUN TALiPOĞLU
SENi SEViYORUM
Herkes "ilk kendi yaşıyor"
sanmasa,
sevdalar da tükenirdi
masalları da...
sonsuza kadar
sürdüğü bilinsin diye mi nedir,
bittiği anlar ve ihanetler
yazılmıyor kitaplara.
Zümrüt-ü Anka kuşu da yalan aslında,
kendini külünden yarattığı da...
Ferhat'ın Şirin,
Aslı'nın Kerem için öldüğünü
kim gördü Allah aşkına?
"sonsuza kadar sürsün" diyorsan
"bu sevda",
o zaman sevgili
o zaman vuslat yaşanmaya!
Sana yazacak bir sen bırak bana!
öfkelerin orada kalsın!
kaçamaklar hanesinde değil ismin
anlasana!
ömrümün tam ortasına
kocaman harflerle yazmışım
SENi SEViYORUM...
SENi SEViYORUM...
"Herkese söylediğini
bana söyleme " diyorsun...
ama ne varsa sevdaya dair
bizden önce söylenmiş biliyorsun
bize düşen, aşkı yalansız yaşamak...
hadi uzatmada uzat ellerini,
seni seviyorum...
seni seviyorum...
seni seviyorum...
TAYFUN TALiPOĞLU
can dündar'ın şiir gibi yazısıdır.
Kadınım....!
Köhne bir yük katarı gibi ayak parmaklarımızı ezerek önümüzsıra geçen yorgun asır, bizim asrımız değildi. Korkarım, tozu dumana katarak pürtelaş gelen yenisi de, o imanla beklediğimiz ahengin asrı olmayacak. Raylar üstünde alelade bir tımarhane bu...
tıklım tıkış vagonlarında vahşi bir itiş kakış; dumanında genzi yakan bir ihtiras kokusu...
Şüphesiz zamanla bu cinnet de ufukta yitip gidecek; lakin bizim için başka katar yok ömrümüzün içinden geçecek.
Görünen o ki kadınım, seninle biz, "hayat" denen bu metruk peronda, üzerinde adres yazmayan mektuplar gibi bekleşip, aşkımızı acılardan damıtarak yaşlanacağız.
Öyle bir çağdayız ki, insanoğlu geçen asır düşünü gördüğü "denizler altında 20 bin fersah" yolu katedip, "arzın merkezine" yaklaştıkça, uzaklaştı insanlığından...
Kalabalıklaştıkça arttı kayıtsızlığın ıssızlığı...
Her bineni ise bulayan sefil bir trenle onun borsadan başka tapınak, paradan başka tanrı tanımayan son yolcuları, kainatın raylarındaki şiiri, ilhamı, aşkı ezip geçti.
"Ah o gönül şarkıları" sustu önce...
Sonra, sevdaların ömrü kısaldı; tadı kaçtı hasretin, şehvetin harı söndü.
Sanal posta kutusu, mektubu öldürdü; bak, bir tek satır yok kalemimden sana kalacak.
Silinip gidiyor telefondaki aşk mesajları; "seni seviyorum", -ki amentüsüdür itiraf gecelerinin- parfüm sıkılmış plastik bir gül dalının teybinde tutsak...
Korkuyorum gülüm; "Seni seviyorum" desem sana, plastik kokacak.
A kadınım, A hüznümün bahçesi...!
Görmem mi sanırsın; sesi kısık gözlerinin nicedir... dudakların buselere sağır... Oysa ben, haykırmak için sesine, solumak için nefesine muhtacım.
Bilsen neler verirdim bakışlarından o kederi silebilmek, sana itimadın hazzını yeniden verebilmek için... Lakin öyle bir tufana yakalandık ki, birbirimize kavuşmak için çekiştirdiğimiz kement boğuyor bizi... Mübadele garında saadet ülkesine kesilmiş iki "açık" biletle mecalsiz bekleşiyoruz. Kudretim olsa, seni bu harabe istasyondan kapar, koştukça yelelerinden takvim sayfaları uçuşan bir kısrağın terkisine attığım gibi, o çok sevdiğin ihtişam romanlarının mağrur asrına taşırdım. Soyunurduk bütün o delik deşik kostümlerimizden, boyası akmış maskelerimizden... mecburi rollerimizden...
"Devamsızlık yüzünden" tarihten kovulmuş iki muzip çocuk gibi, azad olurduk kendimizden... Benim boynumda alıçtan kolyeler, senin tebessümünde sümbülden gamzeler; çözüp dudaklarımızın mührünü, iç çekişlerimizi toprağa gömer, her akşam ilk sana gülümseyen yıldızına ip dolayıp keyifle ayaklarımızı sallandırırdık dünyaya....
Dilimizde, "kavuşmanın tadını/ ayrılık feryadını" taşıyan bir şarkıyla... Uşşak makamında...
Can Dündar
Kadınım....!
Köhne bir yük katarı gibi ayak parmaklarımızı ezerek önümüzsıra geçen yorgun asır, bizim asrımız değildi. Korkarım, tozu dumana katarak pürtelaş gelen yenisi de, o imanla beklediğimiz ahengin asrı olmayacak. Raylar üstünde alelade bir tımarhane bu...
tıklım tıkış vagonlarında vahşi bir itiş kakış; dumanında genzi yakan bir ihtiras kokusu...
Şüphesiz zamanla bu cinnet de ufukta yitip gidecek; lakin bizim için başka katar yok ömrümüzün içinden geçecek.
Görünen o ki kadınım, seninle biz, "hayat" denen bu metruk peronda, üzerinde adres yazmayan mektuplar gibi bekleşip, aşkımızı acılardan damıtarak yaşlanacağız.
Öyle bir çağdayız ki, insanoğlu geçen asır düşünü gördüğü "denizler altında 20 bin fersah" yolu katedip, "arzın merkezine" yaklaştıkça, uzaklaştı insanlığından...
Kalabalıklaştıkça arttı kayıtsızlığın ıssızlığı...
Her bineni ise bulayan sefil bir trenle onun borsadan başka tapınak, paradan başka tanrı tanımayan son yolcuları, kainatın raylarındaki şiiri, ilhamı, aşkı ezip geçti.
"Ah o gönül şarkıları" sustu önce...
Sonra, sevdaların ömrü kısaldı; tadı kaçtı hasretin, şehvetin harı söndü.
Sanal posta kutusu, mektubu öldürdü; bak, bir tek satır yok kalemimden sana kalacak.
Silinip gidiyor telefondaki aşk mesajları; "seni seviyorum", -ki amentüsüdür itiraf gecelerinin- parfüm sıkılmış plastik bir gül dalının teybinde tutsak...
Korkuyorum gülüm; "Seni seviyorum" desem sana, plastik kokacak.
A kadınım, A hüznümün bahçesi...!
Görmem mi sanırsın; sesi kısık gözlerinin nicedir... dudakların buselere sağır... Oysa ben, haykırmak için sesine, solumak için nefesine muhtacım.
Bilsen neler verirdim bakışlarından o kederi silebilmek, sana itimadın hazzını yeniden verebilmek için... Lakin öyle bir tufana yakalandık ki, birbirimize kavuşmak için çekiştirdiğimiz kement boğuyor bizi... Mübadele garında saadet ülkesine kesilmiş iki "açık" biletle mecalsiz bekleşiyoruz. Kudretim olsa, seni bu harabe istasyondan kapar, koştukça yelelerinden takvim sayfaları uçuşan bir kısrağın terkisine attığım gibi, o çok sevdiğin ihtişam romanlarının mağrur asrına taşırdım. Soyunurduk bütün o delik deşik kostümlerimizden, boyası akmış maskelerimizden... mecburi rollerimizden...
"Devamsızlık yüzünden" tarihten kovulmuş iki muzip çocuk gibi, azad olurduk kendimizden... Benim boynumda alıçtan kolyeler, senin tebessümünde sümbülden gamzeler; çözüp dudaklarımızın mührünü, iç çekişlerimizi toprağa gömer, her akşam ilk sana gülümseyen yıldızına ip dolayıp keyifle ayaklarımızı sallandırırdık dünyaya....
Dilimizde, "kavuşmanın tadını/ ayrılık feryadını" taşıyan bir şarkıyla... Uşşak makamında...
Can Dündar
tayfun talipoğlu şiiri.
ne çoktular ne kadar çocuktular
hiç göze gelmediler
gözdesi de olmadılar kimsenin
kimse farkına varmadı yalansız gözlerinin
göz oldu mu yüreklerinin
hiç anlamadılar
oysa ne çoktular ne kadar çocuktular.
çözülemedi bakışlarındaki tarifsiz sevdalar
kim dedi sevgimi
büyüyünceye kadar cevapsızdılar
oysa ne çoktular ne kadar çocuktular
sarıydılar ya da soluk benizli
çoğunlukla karaya yakın bir esmer
ve onlar genellikle burularını hiç silmezler
derin iç çekişleri bundandır
dünyanın kahrından değil
çünkü umurlarında değil
onların farkında olmayanlar
oysa ne çoktular ne kadar çocuktular
onlar çok ve çocuklar
büyüyecek adam olacaklar
önceleri öğretmen, ebe
sonra doktor olmak isteyecekler
bildiklerinden değil
en yakınlarında onları gördüler
hep onlar olmak istediler
çalınmış geleceklerinden habersiz
yarım yamalak düşlerde eridiler
oysa ne çoktular ne kadar çocuktular
o güzelim yürekleri
delikanlılık edebiyatıyla körelttiler
okumanın erdeminden
insan gibi yaşamanın bilimden geçtiğinden
haberleri olsun istemediler
ne kadar parlarsa parlasın
hep suskun kaldı o gözler
oysa ne çoktular ne kadar çocuktular
ahmed arif'ten bu yana
yolunu gözleyenlerin adı değişti
hepsi o kadar
kuşpalazı,boğmaca,karaçiçek, sıtma
belki azaldı ama
yeni nedenleriyle yürek enfaktı
kanser filan hala kapıda
çaresizlik dağlar aşırmakta
yer yurt terk edildi
gurbet artık sıla
çalansa bildik değil başka bir hava
kırıldılar farkında olmasanız da
oysa ne çoktular ne kadar çocuktular
onlar çok ve çocuklar
gözlerinden dillerine dökülürse
bir gün sorular
sürdürebilecek miyiz aynı yalanı
yoksa yine susturacak mıyız onları
küçüldü dünya
çoğu gitti azı kaldı
geçici demişlerdi körlüğümüze
biraz fazla uzadı
oysa ne çoktular ne kadar çocuktular
onlar çok ve çocuklar
sessiz de kalsalar bizi bağışlamayacaklar
mazeretlerimize inanmayacaklar
yaşamımızda görünmedikleri her karenin
hesabını soracaklar
hazırlıklı olmak gerek
çünkü onlar şimdi
çok ve çocuklar.
tayfun talipoğlu.
ne çoktular ne kadar çocuktular
hiç göze gelmediler
gözdesi de olmadılar kimsenin
kimse farkına varmadı yalansız gözlerinin
göz oldu mu yüreklerinin
hiç anlamadılar
oysa ne çoktular ne kadar çocuktular.
çözülemedi bakışlarındaki tarifsiz sevdalar
kim dedi sevgimi
büyüyünceye kadar cevapsızdılar
oysa ne çoktular ne kadar çocuktular
sarıydılar ya da soluk benizli
çoğunlukla karaya yakın bir esmer
ve onlar genellikle burularını hiç silmezler
derin iç çekişleri bundandır
dünyanın kahrından değil
çünkü umurlarında değil
onların farkında olmayanlar
oysa ne çoktular ne kadar çocuktular
onlar çok ve çocuklar
büyüyecek adam olacaklar
önceleri öğretmen, ebe
sonra doktor olmak isteyecekler
bildiklerinden değil
en yakınlarında onları gördüler
hep onlar olmak istediler
çalınmış geleceklerinden habersiz
yarım yamalak düşlerde eridiler
oysa ne çoktular ne kadar çocuktular
o güzelim yürekleri
delikanlılık edebiyatıyla körelttiler
okumanın erdeminden
insan gibi yaşamanın bilimden geçtiğinden
haberleri olsun istemediler
ne kadar parlarsa parlasın
hep suskun kaldı o gözler
oysa ne çoktular ne kadar çocuktular
ahmed arif'ten bu yana
yolunu gözleyenlerin adı değişti
hepsi o kadar
kuşpalazı,boğmaca,karaçiçek, sıtma
belki azaldı ama
yeni nedenleriyle yürek enfaktı
kanser filan hala kapıda
çaresizlik dağlar aşırmakta
yer yurt terk edildi
gurbet artık sıla
çalansa bildik değil başka bir hava
kırıldılar farkında olmasanız da
oysa ne çoktular ne kadar çocuktular
onlar çok ve çocuklar
gözlerinden dillerine dökülürse
bir gün sorular
sürdürebilecek miyiz aynı yalanı
yoksa yine susturacak mıyız onları
küçüldü dünya
çoğu gitti azı kaldı
geçici demişlerdi körlüğümüze
biraz fazla uzadı
oysa ne çoktular ne kadar çocuktular
onlar çok ve çocuklar
sessiz de kalsalar bizi bağışlamayacaklar
mazeretlerimize inanmayacaklar
yaşamımızda görünmedikleri her karenin
hesabını soracaklar
hazırlıklı olmak gerek
çünkü onlar şimdi
çok ve çocuklar.
tayfun talipoğlu.
şiir gibi bir can dündar yazısı.
yaşamı ertelemeyin
ben en güzel eşyalarımı kendim için, hiç bekletmeden kullanırım. siz de öyle yapın. çünkü yarın hayatta olmayabiliriz. ya da sevdiğinizi söyleyeceğiniz kimse olmayabilir. hani gardrobunuzda küflenen o en sevdiğiniz elbiseniz var ya, o çok güzel gün için beklettiğiniz, giymelere kıyamadığınız o alımlı tuvalet, o cakalı takım, o göz alıcı kazak... bugün giyin onu!...beklediğiniz o güzel gün hiç gelmeyebilir çünkü...
değerli misafirleriniz için sakladığınız çay takımlarınızı çıkartın dolaptan; en yakınlarınızla için çayınızı; kimseniz yoksa kendiniz çıkarın hoş bir takımdan çay yudumlamanın keyfini...
haydi açın nicedir kapalı duran misafir odanızın kapısını. yıpranır diye korktuğunuz koltuklara serilin gönlünüzce. çalın, çalmak için önemli! bir konuk beklediğiniz eski plakları bu gece...
çalmaya vesile beklerken salondaki büfede yıllandırdığınız şarabı geciktirmeden açın ve kana kana için. sakladığınıza değecek biri hiç gelmeyebilir; sizden değerlisi bulunamayabilir.
çimlerle buluşmak için düzgün havayı, kırda öpüşmek için doğru sevdayı beklemeyin. hep ertelediğiniz pikniğin günü bugün..."haftaya giderim" dediklerinizi ziyarete gidin acilen. haftaya orada olmayabilirler. babanızın elini öpecekseniz, oğlunuzu lunaparka götürecekseniz, aşkınızı ilan edecekseniz;...şimdi yapın!
ve, ne olur, söylemek için özel bir an beklediğiniz o sihirli sözcükleri hemen söyleyin sevdiğinize. söylemeye niyetlendiğinizde çok geç olabilir. daha kaç bahar olacak ki hayatınızda?
yaşamı ertelemeyin, belediğiniz "o gün" işte "bugün!"
can dündar.
yaşamı ertelemeyin
ben en güzel eşyalarımı kendim için, hiç bekletmeden kullanırım. siz de öyle yapın. çünkü yarın hayatta olmayabiliriz. ya da sevdiğinizi söyleyeceğiniz kimse olmayabilir. hani gardrobunuzda küflenen o en sevdiğiniz elbiseniz var ya, o çok güzel gün için beklettiğiniz, giymelere kıyamadığınız o alımlı tuvalet, o cakalı takım, o göz alıcı kazak... bugün giyin onu!...beklediğiniz o güzel gün hiç gelmeyebilir çünkü...
değerli misafirleriniz için sakladığınız çay takımlarınızı çıkartın dolaptan; en yakınlarınızla için çayınızı; kimseniz yoksa kendiniz çıkarın hoş bir takımdan çay yudumlamanın keyfini...
haydi açın nicedir kapalı duran misafir odanızın kapısını. yıpranır diye korktuğunuz koltuklara serilin gönlünüzce. çalın, çalmak için önemli! bir konuk beklediğiniz eski plakları bu gece...
çalmaya vesile beklerken salondaki büfede yıllandırdığınız şarabı geciktirmeden açın ve kana kana için. sakladığınıza değecek biri hiç gelmeyebilir; sizden değerlisi bulunamayabilir.
çimlerle buluşmak için düzgün havayı, kırda öpüşmek için doğru sevdayı beklemeyin. hep ertelediğiniz pikniğin günü bugün..."haftaya giderim" dediklerinizi ziyarete gidin acilen. haftaya orada olmayabilirler. babanızın elini öpecekseniz, oğlunuzu lunaparka götürecekseniz, aşkınızı ilan edecekseniz;...şimdi yapın!
ve, ne olur, söylemek için özel bir an beklediğiniz o sihirli sözcükleri hemen söyleyin sevdiğinize. söylemeye niyetlendiğinizde çok geç olabilir. daha kaç bahar olacak ki hayatınızda?
yaşamı ertelemeyin, belediğiniz "o gün" işte "bugün!"
can dündar.
bir türkan ildeniz şiiri.
temmuza karşı
acının ağzından öpüyorsun yine
yine cehennem yürek
yine hüzne gönüllü devriye.
turaçlar amansız iklimde kanat açmadı ama
ağaçlar zamansız açtı çiçek
kar vurdu birden, pusudaymış fırtına
ardından bir yağmur, bir yağmur ki
yağmur değil sank, kezzap...
heba oldu onca heves, onca emek,
onca kitap.
söylemeye gerek yok zaten herkes farkında.
ey nice cendereden süzülen direnç
hangi acı denenmediki bizde
kitap yakılan yıldan,
insan yakılan yıla vardık
katliam katladık, çağ atladık.
gel de içlenme.
bu şiir bir büyük vah- temmuza karşı
ağustos kapısı nerde, nereye çıkar bu çarşı
nereye çıkar bu çarşı
ki...
hem kalabalık, hem karanlık.
tehlikeden geçiyoruz-belli etme-ilerle.
türkan ildeniz.
temmuza karşı
acının ağzından öpüyorsun yine
yine cehennem yürek
yine hüzne gönüllü devriye.
turaçlar amansız iklimde kanat açmadı ama
ağaçlar zamansız açtı çiçek
kar vurdu birden, pusudaymış fırtına
ardından bir yağmur, bir yağmur ki
yağmur değil sank, kezzap...
heba oldu onca heves, onca emek,
onca kitap.
söylemeye gerek yok zaten herkes farkında.
ey nice cendereden süzülen direnç
hangi acı denenmediki bizde
kitap yakılan yıldan,
insan yakılan yıla vardık
katliam katladık, çağ atladık.
gel de içlenme.
bu şiir bir büyük vah- temmuza karşı
ağustos kapısı nerde, nereye çıkar bu çarşı
nereye çıkar bu çarşı
ki...
hem kalabalık, hem karanlık.
tehlikeden geçiyoruz-belli etme-ilerle.
türkan ildeniz.
medusa, yaşamına çok güzel bir genç kız olarak başlamıştır. o kadar güzeldir ki tanrıçaların kıskançlığını üzerinde toplamış, tanrıları da peşinde koşturmuştur. tanrıça athena(zeus'un en sevdiği kızı) onu çok kıskanmaktadır özellikle. denizlerin tanrısı poseidon ise medusa'ya hayrandır. başı öylesine dönmüştür ki bir gün athena'nın tapınağında medusa'ya zorla sahip olur.
bu durumu kendisi için aşağılayıcı bulan athena, medusa'yı gorgon yaparak cezalandırır. çok çirkinleşmiş, saçları yılana dönmüştür, yüzüne bakanlar taş kesilmektedir. medusa insan olduğu için ölümlüdür.gorgon yapma cezasını az bulan athena, parseus'la işbirliği yaparak medusa'nın başını kestirir. başı kesildiği anda medusa'nın poseidon'dan olma çocukları pegasus ve chrysar gövdesinden dışarı fırlarlar. medusa'dan sıçrayan kan damlaları libya çöllerine düşer ve birer yılana dönüşürler.
perseus medusa'nın kesik kafasını alı gider.athene ise medusa'nın derisini yüzüp aegis'in markası yapar. iki damla kanını kral erichthonius'a hediye eder. bu iki damla kandan biri öldürücü zehirdir, diğeri ise panzehirdir, tüm hastalıklara deva olmaktadır.
bu durumu kendisi için aşağılayıcı bulan athena, medusa'yı gorgon yaparak cezalandırır. çok çirkinleşmiş, saçları yılana dönmüştür, yüzüne bakanlar taş kesilmektedir. medusa insan olduğu için ölümlüdür.gorgon yapma cezasını az bulan athena, parseus'la işbirliği yaparak medusa'nın başını kestirir. başı kesildiği anda medusa'nın poseidon'dan olma çocukları pegasus ve chrysar gövdesinden dışarı fırlarlar. medusa'dan sıçrayan kan damlaları libya çöllerine düşer ve birer yılana dönüşürler.
perseus medusa'nın kesik kafasını alı gider.athene ise medusa'nın derisini yüzüp aegis'in markası yapar. iki damla kanını kral erichthonius'a hediye eder. bu iki damla kandan biri öldürücü zehirdir, diğeri ise panzehirdir, tüm hastalıklara deva olmaktadır.
noktasız
biri sana sorarsa;
sana, beni sorarsa;
gitti, der misin?
gittiğimi söyler misin?
gidiyorum ben sana
benimle gider misin?
can
bir türkü söylediler, duydunuz mu
bir kuşu vurdular duydunuz mu
böyle neden susuyorsunuz böyle
güzelliğiniz çoğalıyor, öldünüz mü
şiir
sana bu güzellikler bizden kalsın,
bu günlerden bir şeyler bizden kalsın...
senden almak isterler, bizi söyle;
geleni bize gönder, bizden alsın...
biri sana sorarsa;
sana, beni sorarsa;
gitti, der misin?
gittiğimi söyler misin?
gidiyorum ben sana
benimle gider misin?
can
bir türkü söylediler, duydunuz mu
bir kuşu vurdular duydunuz mu
böyle neden susuyorsunuz böyle
güzelliğiniz çoğalıyor, öldünüz mü
şiir
sana bu güzellikler bizden kalsın,
bu günlerden bir şeyler bizden kalsın...
senden almak isterler, bizi söyle;
geleni bize gönder, bizden alsın...
sadece tek odası ısınan ev.
beni köyümün yağmurlarıyla yıkasınlar.
tanım: salatalık, sarımsak ve tuz karışımı.
yeni yazar hoşgelmiş.
yeni yazar hoşgelmiş.
eski sevgiliyi kaybedip yeni bir dost kazanmaktır.